Levent Elpen'den...

Din ve mizah birbirine zıt mı?

Mizahın din ile birbirine zıt ilişki içinde olduğu, dindar veya din ile ilişkili kişilerin mizahçı olamayacakları , bazı mizah yazarlarınca dile getirilmektedir. Her şeyden önce, bu bakış açısı sakat ve yanlıştır. Sakat ve yanlışlığın en önemli sebebi ise meseleye mizah ve sanat açısından değil, siyasî ve ideolojik açıdan bakılmasıdır.
Sanat dışı hiç bir önceliği sanatın önüne koymamakta kararlı olan K-Grubu (bakınız, ana sayfamızdaki motto), bu konuda da tavrını koymakta herhangi bir tereddüt içinde olmayacaktır. Zira, hiç bir siyasî ve ideolojik angajman içinde değiliz ve asla olmayacağız. 
Mizah ve din ilişkisi hakkında değerli bulgular ve kaynaklar gösteren bilimsel bir çalışma, zaten din ile mizahın hiç bir zaman birbirine zıt olmadığını ispatlamaktadı r. Özellikle Hz. Muhammed'in ve sahabenin daha o dönemlerde nasıl mizah duygusuna sahip olduklarını gösteren bu çalışmadan, elbette alınacak çok ders vardır. Bakınız:
http://www.cumhuriy et.edu.tr/ edergi/makale/ 947.pdf (Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yusuf Doğan'ın araştırması) 
Bu araştırmaya ek olarak, şöyle bir soru sorulabilir: Din ile mizah birbirine bu kadar zıt olsaydı, tamamen dinî kurallarla yönetilen Osmanlı toplumunda, Karagöz ve Hacivat ile Kavuklu ve Pişekâr oyunları, hemen her yörede yetişen meddahlarla kendini gösteren tamamen mizah içerikli bir kültür, altıyüz yıl boyunca, nasıl böylesine kök salıp gelişebilir ve bugünkü Türk mizahının temelini oluşturabilirdi? Sanki Türk mizahı, 1923'de Cumhuriyetin ilânı ile başlamış gibi nasıl böyle garip iddialar yıllardır dillendirilir, anlamak imkânsız, gerçekten.
Nasreddin Hoca, neden "Hoca"dır, neden kimse sormaz?

Neden ona sadece Nasreddin demiyoruz da "Nasreddin Hoca" diyoruz. Dünyanın gördüğü bu en büyük mizahçıyı, din dışı kimliği ile açıklamak mümkün mü? Denilecektir ki, Nasreddin Hoca, bizim bugün gördüğümüz cami hocalarına hiç benzemiyor, kimseye namaz da kıldırmıyor. Nasreddin Hoca'nın "cami hocası" olduğunu kim söyledi ki? Zaten oldum olası, şu "Hoca camide" lafına illet olmuşumdur. Camide olan, "Hoca" değil, "İmam"dır, imam! Behey, toplumunu anlamaktan âciz, sosyal fukaralar...
Bu makaleyi, dinî kimlikle, din olgusunu savunmakla suçlayanlar olacaktır. Burada anlatılmak istenen, toplumu şekillendirici bir unsur olarak, dinin öneminin göz ardı edilmemesi, dolayısıyla, toplumsal eleştiri üzerine kurulu bulunan mizahın da, dine tamamen zıt, dinden kopuk, uzaydan yeryüzüne düşmüş bir olgu olmadığıdır. Mizah ile dini karşı karşıya koymak isteyenlerin maksatlarını anlamak zor değildir ama burada binlerce yıla yayılan bütün bir kültürü bir anda harcayıp sosyal tahribata yol açılmasna karşı sesimiz de çıkmalıdır. Bu yalan yanlış, bilimselllikten uzak çabaların ardında, küçük bir takım siyasî hesaplar ile bir takım kin dolu intikam hisleri yatmaktadır. 
Mizahın kaynağı olan "hiciv" bile, dinden, dolayısıyla sosyal alandan kopuk bir kavram değildir. Zira, İslâm toplumlarında din, Batı'dakinin aksine, hayatın ve sosyal yapının ayrılmaz bir parçasıdır. Levent Elpen

01 Ocak 2009 Perşembe 10:02 PM / Levent Elpen - Karikaturculer-iletisimgrubu

Ödül avcılığı ve çiğnenen fikrî haklar...

  Mizah dergilerinin ve karikatüre emek verenlerin örgütlerinin eski işlevlerini yitirmesi ve "kalite" unsurunun giderek yozlaşması yüzünden, bugün, karikatürden bir şekilde geçimini sağlamak zorunda olan çizer, mecburen "ÖDÜL AVCILIĞI"na yönlen(diril) mektedir. Bu durum, karikatür ve mizah sanatında son yıllarda yaşanan yozlaşmayı daha da arttırmaktadır.
Mizahı, sadece sahne şaklabanlığı ve küfürler manzumesi zanneden bir toplumsal yapıya doğru evrildiğimiz şu günlerde, bu yapıya ve mantaliteye ulaşılmasında ucundan kıyısından sorumluluğu olan Türk karikatür (ve mizah) sanatının topyekûn, geçmiş ve günümüzdeki hatalarını, sorgulama vakti, geldi de geçiyor. 
Zira, geçmişte, özellikle mizah dergilerinde ve basının bir kısmında, "işlerin baskıya acele yetişmesi" telâşıyla, göz ardı edilen sanatsal kaygılar ve etik, bugünkü kangrenleşmiş sorunların baş sebebidir. Şöyle bir dönüp bakacak olursak, bir zamanlar nasıl olsa yabancı mizah ve çizgi roman dergilerini görme şansı bulunmadığına inanılan Türk amatör okur ve çizerlerini kandırırcasına, mizah dergilerimizde çizen anlı şanlı çizerlerimizin, yabancı çizgileri neredeyse hiç bir değişiklik yapmadan aynen, aynı üslupta kullanıp, kendi çizgileri veya üslupları imiş gibi meşhur olduklarına tanık olduk. Ünlü bir mizah dergisine amatör olarak karikatür göstermeye gittiğimizde, bize, bir yabancı çizeri "usta" olarak belirleyip, onun çizgilerini "taklit ederek" bir yerlere gelme tüyosu veren çizgi fukarası "ünlü mizahçılar" gördük. Demek ki, bunlar, o zamanlar, vakayi âdiyeden sayılıyordu ki, bu kadar rahat ve uluorta dillendirilebiliyor du. Sonraları, özellikle 1990'lı yıllarda, bilhassa Heavy Metal gibi yabancı çizgi roman dergilerindeki çizgileri keşfettikçe, anlı şanlı çizgi ustalarımızın, nerelerden nasıl çizgi üslubu "edindiklerini", ağzımız bir karış açık olarak izledik ve gittikçe karikatürden de, mizahtan da uzaklaşmaya başladık. 
Oysa karikatürün ve mizahın ele avuca sığmaz muhalif gücü bizi yeniden karikatür ve mizah alanına çekmeye başladığında, kalkıp, bizlere "çizgi sorgulaması" yapanlar çıktı. "Cin Ali çizebiliyor musun" mantığıyla, geçmişte arak üsluplarla köşe dönenler, daha önce sırf bu yüzden uzaklaşanları küçümsemeye başladılar, belki de. Bu arada arakçılığın sınırları genişlemiş, dünya çapına yayılmış ve mizah dergilerindeki rant, dünya çapındaki yarışmalara kaydırılmıştı. Şimdi de nasıl olsa, dünyanın bir köşesindeki yarışmaya bilmem hangi tarihte gönderilmiş, dünyanın bilmemneresindeki çizerin karikatürünü nasıl olsa hatırlayan çıkmaz, mantalitesi egemen olmaya başlamıştı. Geçmişin mizah dergisinin mizah ve espri ruhundan yoksun ama arak üslupla çizgi "kuvvetlendiren" rantiyesi, günümüzde karşımıza "ödül avcısı" olarak çıkmaktadır.
Bu durumu, kesinlikle, birbirinden habersiz benzer karikatür yapan çizerlerden ayırmak gereklidir. Evet, karikatürün doğasında, bu vardır. Özellikle toplumsal eleştiriye yönelik konularda, toplumsal içerikten dolayı pek çok benzer konu ve üslup görülebilir. Ancak, şöyle bir dünya yarışma karikatürleri ufku tarandığında, durmadan ve durmadan, "benzer" karikatür üretmiş ve bunu adeta bir kazanç vasıtası yapmış, bu durumdan faydalanmış çizerlerle karşılaştığımızda, "Bu kadar da tesadüf olmaz" dememiz gereklidir. Çünkü birbirinden habersiz çizimlerin bu kadar sıklıkla tekrarlanması , hayra alamet olmadığı gibi, masum bir tesadüf de olamaz. 
Elbette, konunun can alıcı noktası, sadece etik kaygılar değil, aynı zamanda, fikrî haklar konusundaki bilinç yoksunluğu olarak görülmelidir. Zira, ülkemiz, özellikle görsel sanatlar alanında, bu meselede oldukça geri bir konumdadır. "Telif"i, sadece mizah dergisi yöneticisinin amatör çizere verdiği üç beş kuruşluk bir sadaka gibi gören anlayış, elbette daha sonra bu tip rahat kazanç alanlarına yönlenmekte bir sakınca görmeyecektir. Fikrî haklara tecavüzün, hem ülkemizde, hem de dünyada önemli ve ağır bir suç teşkil ettiğini, yüklü tazminat miktarlarına konu olduğunu, son yıllarda daha yeni yeni öğreniyoruz. Oysa, 1883'den beri dünyada, 1910 ve daha sonra 1952'deki yasal düzenlemelerle, ülkemizde, fikrî haklar, ciddi koruma altındadır. Hem sadece edebiyat ve müzik eserleri değil, görsel sanatlara ilişkin eserler de... Oysa, bizim çizer ve görsel tasarımcı milleti, çizdiğini ve tasarladığını bir yere ucuz miktarda "satıp" bir kere eline para geçince, sonrasını göz ardı ediyor, ipin ucunu bırakıyor. Bir kere, üretilen eserde, çizerin ve tasarımcının sonsuza kadar hakkı bulunmaktadır. Alacağı ücret, ancak, "belirli bir süre sınırlaması ile eserinin kullanım hakkı karşılığı"dır. Fakat buna karşılık, özellikle, karikatür ve çizgiye yönelik işlerinden alacağı ücretin, "sigortalı çalışmaya" bağlı olması gerektiğini düşünen çok sayıda çizer ve tasarımcı arkadaşımız bulunmaktadır. Böyle düşünenler, ürettikleri eserleri çalıştıkları müessesede kuzu kuzu bırakıp, arkalarına dahi bakmadan zamanı gelince ayrılmakta, maddî ve manevî haklarının peşine düşmemektedirler. Bir edebiyat ve müzik sanatçısına kalsa ortalığa kök söktüreceği durumda, bir görsel sanatçı, her nedense, "Kuzuların Sessizliği"ni oynamaktadır. 
Bu durumun belki de en önemli sebebi, görsel sanatlar emekçisinin, bilhassa karikatürcünün (ve mizahçının), genellikle, hemen tamamen görsellik, karikatür ve mizahı, bir meslek olarak yapmaması, başka mesleklerden temel geçimini sağlayarak, görsel sanatları "yan" bir işmiş gibi icra etmesidir. Bu yüzden, görsel sanatlar alanı, bu tipteki çizerler için, "Sadece kaybedilecek bir alan"dır. 
Çizer ve tasarımcı da, tıpkı edebiyat ve müzik eseri sahibi gibi, "fikrî mülkiyeti" olan kişidir. Yatımız, katımız, arabamız olmayabilir ama bizim en değerli hazinemiz, ürettiğimiz fikir ve sanat ürünleridir. Bu hazinemizi çok iyi ve dikkatli biçimde korumalı ve başka sanatçı arkadaşlarımızın benzer haklarına aynı saygıyı göstermeliyiz. Çünkü, "Tuz da artık kokmaya başlamıştır"...
Levent Elpen
Not: Bu konuda fikir ve tecrübelerimizi genişletmek için özellikle karikatür sitelerinde bu konunun tartışılmasının iyi olacağını düşünüyorum. Bu itibarla, makaleyi bir tür bildiriye çevirmek, öneri ve görüşleri almak için karikatür sitesi sahibi arkadaşlara çağrıda bulunuyorum. L.E.

01 Ocak 2009 Perşembe 16:40 / Levent Elpen - Karikaturculer-iletisimgrubu

ana sayfa  home

ismailkar e-mail

KARCOMICS MAGAZINE Web Site Copyrighted 2000-2009© By Ismail Kar All right reserved.